28 Kasım 2011 Pazartesi

İNCELEME | Yves ve Pierre: Moda Geçer Aşk Kalır


Yves kağıt bebekleriyle

Nostaljik kareler eşliğinde bir dehadan ve onu en karanlık hallerinde bile seven birinden konuşalım mı? Bazen siyah beyazken hayat daha mı güzelmiş acaba diye düşünüyorum, çünkü eski fotoğraflar sanki bana hep öyle fısıldıyor. Yves hakkında konuşurken onun siyah-beyaz kareleri bize eşlik etsin istedim.

Son yıllarda moda endüstrisi kırk yılda bir dünyaya gelebilecek pek çok "dahi çocuğu" çok pis harcadı. Bizden McQueen'i, Galliano'dan hayatını aldı, Decarnin'i bir akıl hastanesine kapadı. Zaten yaratım sürecinin sancıları, bize bu güzellikleri bahşedebilmek için hepimizden farklı çalışan kafaları, farklı gören gözleri için bu dünya fazlasıyla anlaşılmaz, fazlasıyla acımasızken bir de o bünyeye yılda bilmemkaç sezon sığdırma, hep bir öncekinden daha iyi olma, var olabilmek için anlaşmalara sadık kalma, gereken finansmanı sürüdürülebilir kılmak için yatırımcılara ve büyük firmalara köle olma gibi nice "düzen böyle" yaptırımı dayatıldı da dayatıldı.


Yves Saint Laurent provaya başlamadan hemen önce

İşte bir dönemin, bir "çizgi"nin, hala arzulanan ölümsüz bir "stil"in yaratıcısı Yves de bunlarla boğuşanlardan, içindeki dahi çocuğu uyuşturup, bu savaşı alkol ve uyuşturucu ile atlatmaya çalışan, akıl sağlığından olan o nadidelerden biri. Dünyanın en lirik, en muhteşem "ikimiz biriz" masallarından biri olan Pierre Berge ve Yves Saint Laurent aşkını anlatan "L'Amour Fou" belgeseli bir yandan Yves'in ne savaşlar verdiğini de Berge'nin ağzından anlatıyor. L'amour Fou "çılgın aşk" demek.


Yves ve Pierre

Berge, aslında bir kitap insanı olduğunu, okumayı, yazmayı, Tolstoy ve Dickens'ı seven, sahaflar boyu gezip ilk edisyonları arayan biri olduğunu ama Yves'in de Yves Saint Laurent'nin de ihtiyacı bir "işadamı" olduğu için bu rolü üstlendiğini anlatıyor bir röportajında.Şimdi artık kendini "kitap koleksiyoncu"su olarak geniş bir hazine kurmaya vermiş hatta Montaigne'in ilk yazmalarına sahip olmuş.


Berge, Yves'in çoğunlukla "depresif" olduğunu söylüyor

Filmde Yves ve Berge'nin hayatları boyunca topladıkları 700den fazla parçadan oluşan o muazzam sanat koleksiyonunun açık artırma ile satışına da geniş yer verilmiş, hatta onun ekseninde dönüyor. Yves'in Piet Mondrian'dan esinlenerek hazırladığı o çok meşhur elbiseyi diktiğinde nasıl bir Mondrian tablosunun hayalini kurdukları ve ne kadar imkansız buldukları anlatılıyor, ve o hayalin yıllar sonra gerçek olduğu. Koleksiyonun satışından 490 milyon dolardan fazla bir gelir elde ediliyor ama filmde berge, bu satışı hiç istemediğini, aksine o eserlerle modanın ve sanatın en güzel birlikteliğine ev sahipliği yapacak bir müze hayali olduğunu da itiraf ediyor.

İlk zamanlardaki o heyecan ve mutluluk

Pierre Bergé ve Yves, 1958'de, Dior'un cenazesinde tanışıyorlar. Yves o zamanlar çok genç, Berge onun hep dayanacağı, seveceği, ağlayacağı, güleceği adam oluyor. Berge için hep Yves'in bekçisi, soğuk, dominant, aşırı korumacı sıfatları yakıştırılıyor. Gerçekten de öyle, ta ki 2008'de Yves'i kaybedene kadar. Sonrasında Pieere Berge'in de insan olduğunu herkes görüyor, o da artık konuşmaya, anlatmaya başlıyor. Sanki anlattıkça Yves yaşayacak, geri gelecek, unutulmayacak gibi. Bütün koleksiyonu satmaya karar veriyor. Ruha inanmıyorum diyor. İşte onun anlatıları ekseninde bir film bu belgesel de.

Herkes Yves'e hayran

Belgesel boyunca Yves'in sesi hiç duyulmuyormuş hatta sanki bir hayalet gibi var ama sen ona dokunamıyorsun hissi veriyormuş eleştirmenlerin dediğine göre. Ama onu yakından tanıyan, onun için özel olan, ona hayranlık duyanlar onu anlatıyor. Ondan izler, eserler, onu anlatanlarla arasında geçen diyaloglar ise tasarımcının o "espritüel ve karizmatik" karakterini anlatmaya yetiyormuş. Berge, Yves için "o bir manik depresifti diyor, kısa ve öz aynı anda mutlulukan çıldırıp, bir saniye içinde depresyona giriyor kendini kapatıyor ve hemen alkole koşuyordu, ama onu seviyordum, onu satabil, kreatif, onu ayık tutmaya çalışıyordum. Bazen öyle muhteşem öyle muhteşem bir koleksiyon çıkarıyordu ki, bundan öte ne olabilir diyordu herkes ama o koleksiyona bakıp sadece mutsuz oluyordu. Mutsuzdan da fazla, mutsuzdan da çok. "

"Yves öyle mutsuz olabiliyordu ki, her şey yolundayken bile, mutsuzdan
da çok, mutsuzdan da fazla..."

Berge, filmi çok sevmemiş, onları Yves öldükten sonra kaleme aldığı "Letters to Yves" kitabından okuyup anlamalarını tercih ettiğini söylemiş. Sonuçta hangi kalem ya da hangi kamera bir dahiyi, onun aşkını, onun sevme biçimini yeteri kadar iyi anlatabilir ki?

Pierre Berge, Yves'in cenazesinde

Ve filmin fragmanı. Sevdiğin kişinin gözlerini kapamak, sevdiğin kişinin hatıralarından kurtulmak. Film "Fashion fades, Love is eternal" diyor.



[Kaynak: nytimes, wikipedia, letters to yves, youtube]

8 yorum:

Adsız dedi ki...

hmm etkileyici.. tatlım mail attım bi baksan.. ?

Epicurious dedi ki...

Geçenlerde Coco Chanel'in hayatını anlatan üç filmi birden izleyip Coco'nun tutkulu hayatına hayran olmuştum. Bu YSL'yi anlatan bu belgesele geçenlerde rastlamış ama henüz izlememiştim. Bu yazıyla yeniden hatırlamış oldum. Çok teşekkürler.

my lifebook dedi ki...

Sanki bu dünyada gerçek dahilerin hayatı biz sıradan insancıkların hayatına renk katıp, hayran olunacak idoller, fikirler bırakıp kötü bir şekilde yok olmaktan ibaret. Dahilikle delilik kolkola hep.
Ya da benim kafam çok karışık ve önümdeki excelleri kapatıp artık eve gitsem iyi olacak.
Güzel yazı boom. Bir akademisyenin moda blogu yazmasının böyle güzel ayrıcalıkları var.

Stardust Memories dedi ki...

öyle güzel bir ilişkileri varmış ki ne berge moda dünyasına adım atıyormuş, ne de laurent işin mali kısmıyla ilgileniyormuş. ikisi de öyle güzel bir denge kurmuşlar ki birbirlerine yaptıkları ile ilgili soru bile sormadan hesapsızca güveniyorlarmış.

Geçenlerde bir yerde röportajını okumuştum ve öyle etkilenmiştim ki.. Filmini çok aradım ama hala yok...

Mesela Berge Laurent'in en doğru zamanda emekli olduğunu düşünüyordu. Eğer hala yaşıyor olsaydı şimdiki moda dünyası onu intihar ettirirdi diyordu...

mükemmel olmuş Boom! o parmaklarını sigorlatmalısın bir an evvel! :)

aysegul in ny dedi ki...

YSL sanki hep kadınmış gibi gelir bana orta yaşlı olaganüstü güzel bir kadın ama arkasında inanılmaz bir adam var kadını yaratan adam şaka gibi:) çok merak ediyorum belgeseli fragman bile heyecanlandırdı :)

Unknown dedi ki...

bazı insanlar doğuştan yetenekle doğar ve iç dünyaların da anlamlandırmaya çalıştığı ruhsal çöküşlerini yansıtır. Yves dehadan önce bir sanatçı ve sanatı içini acıtacak kadar derin onu tanımak ne büyük bir lütuf

Melis dedi ki...

Çok iyi geldi, zor bir dersten sonra bu inceleme. Ellerine sağlık DR. Boom'um :) Çok merak ediyorum filmi. Bu arada ben de hep Ayşegül gibi düşünüyorum, sanki bir kadın varmış gibi :)

Adsız dedi ki...

moda endüstrisi galliano'dan hayatını mı aldı yoksa galliano mu yahudilere hepinize gaz vermeleri lazımdı derken kendi hayatını kendisi aldı? bu sözler galliano'nun mu suçuydu moda endüstisinin mi?